Duru, tiyatroyu sinemadan daha çok seviyor. Ben de dün gittiğimiz Çilek Kız Müzikali'nden sonra tiyatronun Duru gibi beş altı yaş çocukları için daha etkileyici olduğunu düşünmeye başladım. Çünkü oyuncularla iletişim kurabiliyorlar.
Artık her mahallenin alışveriş merkezi var neredeyse. Bizim mahallemize de Kozzy açıldı. Neyseki bu alışveriş merkezinde güzel bir sinemanın yanında bir sergi salonu ve bir de tiyatro salonu yapmayı akıl etmişler. Kozzy'de her cumartesi 11.00 ve 13.00'te ücretsiz Çilek Kız Müzikali'nin ilanını görünce tam Duru'ya göre diye düşündüm. Ne de olsa pembe saçlı bir kız... Meğerse dün oyunun Kozzy'deki son günüymüş. Kaçırmadık diye sevinirken tiyatronun ücretsiz değil, sinemanın iki katı kişi başı 20 TL olduğunu görünce biraz pahalı buldum tabi. Üstelik çocuk tiyatrosu olduğu için 7 yaş altı farketmiyordu. Neyseki Duru ile ikimizdik. Ailecek gelsek yanmıştık. Ben bu ücretsizi de nereden çıkardım diye düşünüp ilana tekrar baktım. Meğerse Çilek Kız Müzikali'nin CD'si ücretsizmiş.
Oyun, Çilek Kız ve arkadaşlarının pasta yarışmasına katılmasını konu alıyordu. Çilek Kız yakın arkadaşları ile birlikte çok güzel bir pasta yapıyordu. Amaçları da pasta yarışmasının büyük ödülünü alıp hayvan dostlarına barınak yapmaktı. Ancak yarışmaya katılan iki kişi daha vardı. Onlar da Çilek Kız'ın pastasının daha güzel olduğunu farkedip onun tarifini ele geçirmeye çalışıyorlardı... Oyun iki perdeydi. Arada Duru sinemadan kalma bir alışkanlıkla patlamış mısır istedi. Ancak oyuncuların dikkatini dağıtacağını söyleyip çıkışta almaya söz verdim.
Sonu malum... Bu sırada Duru her bir engelde Çilek Kız kazanamayacak mı diye sorup üzüldü. Ben de üzülmesine dayanamayıp annelik içgüdüsüyle merak etme kazanacak deyip sonunu söyledim. İyi mi ettim bilmiyorum.
Çıkışta dekorların önünde fotoğraf çektik. Ben bir de Duru'yu kulise sokayım oyuncuları yakından görsün istedim. Kulise girebilir miyiz diye sorduğumuzda aldığımız cevap karşısında çok memnun oldum. Oyuncular zaten dışarıda çocukları bekliyormuş. Hemen koştuk. Duru benim ısrarımla önce çekingen bir şekilde oyuncuları tebrik etti. Sonra kötü karakterlerle kimin pastası daha güzeldi sohbeti yaptı. Ardından Çilek Kız'ın arkadaşlarından biri Duru'ya ben seni gördüm, bize el salladın deyince Duru zevkten dört köşe oldu.
Oyuncuların hepsi çok gençti ve sanki ilk kez oyun sergiliyormuş gibi heyecanlıydılar. ( İtiraf etmeliyim ki anne olarak Duru'nun da ileride böyle bir oyunda oynayabileceği hayalini kurdum!) Çocuklarla bıkıp usanmadan resim çektirdiler. Duru'nun istemeyerek ayrıldığını görünce 13.00'tekini de mi seyretsek diye bir aklımdan geçirdim. Sonra fazla geleceğini düşünüp oyunun kasım ayında da Kozzy'de oynayıp oynamayacağını sordum. Ama yoktu.
Oyun, İstanbul Çocuk Sanat tarafından hazırlanmış. Sayfasına baktım ama Çilek Kız'ın kasım ayında nerede oynayacağı henüz yazmıyordu. Bu arada başka oyunlar da sergiliyorlarmış, onları gördüm. Bir iki tanesini gözüme kestirdim. Bence gitmeye değer...
Kızım Duru ile birlikte geçirdiğimiz günleri kaydetmek için bu blogu açtım....
31 Ekim 2010 Pazar
25 Ekim 2010 Pazartesi
Duru'nun ilk dişi düştü!
Duru ilk dişini dört aylıkken çıkarmıştı. Erken diş çıkarmanın iyi olmadığı görüşünün aksine biz şimdiye kadar dişlerle ilgili hiçbir sorun yaşamadık.
İki hafta önce Duru "dişim ağrıyor, anne" deyince dişlerine baktım ki ne göreyim. Evet, ön alt dişler sallanıyor ama bir de arkadan yeni dişler gelmiş! Yeni gelen dişleri öyle arkada görünce panikleyip hemen diş doktoruma götürdüm. Kendisi benim çocukluktan beri diş doktorum olan Cüneyt abi (son on senedir böyle diyorum, ondan önce Cüneyt amca derdim) her zamanki rahat haliyle dişleri çekip Duru'yu korkutmaya gerek olmadığını iki hafta içinde bu dişlerin kendiliğinden çıkacağını söyledi. Üstelik Duru beşi bitirdiği için tam yaşı dedi. Böylece Duru'yla ara ara dişi sallayarak beklemeye başladık.
Ancak bu heyecanlı bekleyişim Duru'yu okuldan aldığım geçen gün hayal kırıklığına dönüştü. Çünkü Duru'nun dişi okulda düşmüştü. Benim yanımda değil. O anı kaçırmıştım. Ya kaybolduysa diye düşünürken Duru'nun "Bak, öğretmenim cebime koydu" demesiyle rahatladım. Minicik bir inci tanesiydi sanki...
Eve gidince arkadaşlarından duymuş olacak, "Anne, bu dişi yastığın altına koyunca sabah yastığının altında para oluyormuş" dedi. Diş perisi hikayesini hayal meyal hatırlıyordum. Ben de bunun üzerine "Haydi koyalım bakalım sabah ne olacak?" dedim. Minik dişi kaybolmasın diye küçük bir cüzdanının içine koyduk. Duru uyur uyumaz ben de cüzdanın içine parayı koydum.
Sabah kalkınca hemen yastığın altına baktı. Ben parayı görüp sevineceğini zannederken şaşkınlıkla yüzüme bakıp "Ama diş gitmemiş ki!" dedi. Ben tabii diş perisi hikayesinin tamamını bilmediğimden "gidecek miydi ki?" dedim. "Evet anne, diş paraya dönüşmeliydi" deyip "O zaman bu parayı buraya kim koydu?" diye sormasın mı! Bunun üzerine dayanmayıp itiraf ettim. Gülerek "Bennn! "dedim. Bunun üzerine Duru da "Anne, sen beni kandırıyor musun?" diye cevap verdi ve gülüşüp boğuşmaya başladık.
Keşke neymiş şu diş perisi diye bir araştırsaymışım... Üstelik "Tooth Fairy" diye bir film bile varmış.
İki hafta önce Duru "dişim ağrıyor, anne" deyince dişlerine baktım ki ne göreyim. Evet, ön alt dişler sallanıyor ama bir de arkadan yeni dişler gelmiş! Yeni gelen dişleri öyle arkada görünce panikleyip hemen diş doktoruma götürdüm. Kendisi benim çocukluktan beri diş doktorum olan Cüneyt abi (son on senedir böyle diyorum, ondan önce Cüneyt amca derdim) her zamanki rahat haliyle dişleri çekip Duru'yu korkutmaya gerek olmadığını iki hafta içinde bu dişlerin kendiliğinden çıkacağını söyledi. Üstelik Duru beşi bitirdiği için tam yaşı dedi. Böylece Duru'yla ara ara dişi sallayarak beklemeye başladık.
Ancak bu heyecanlı bekleyişim Duru'yu okuldan aldığım geçen gün hayal kırıklığına dönüştü. Çünkü Duru'nun dişi okulda düşmüştü. Benim yanımda değil. O anı kaçırmıştım. Ya kaybolduysa diye düşünürken Duru'nun "Bak, öğretmenim cebime koydu" demesiyle rahatladım. Minicik bir inci tanesiydi sanki...
Eve gidince arkadaşlarından duymuş olacak, "Anne, bu dişi yastığın altına koyunca sabah yastığının altında para oluyormuş" dedi. Diş perisi hikayesini hayal meyal hatırlıyordum. Ben de bunun üzerine "Haydi koyalım bakalım sabah ne olacak?" dedim. Minik dişi kaybolmasın diye küçük bir cüzdanının içine koyduk. Duru uyur uyumaz ben de cüzdanın içine parayı koydum.
Sabah kalkınca hemen yastığın altına baktı. Ben parayı görüp sevineceğini zannederken şaşkınlıkla yüzüme bakıp "Ama diş gitmemiş ki!" dedi. Ben tabii diş perisi hikayesinin tamamını bilmediğimden "gidecek miydi ki?" dedim. "Evet anne, diş paraya dönüşmeliydi" deyip "O zaman bu parayı buraya kim koydu?" diye sormasın mı! Bunun üzerine dayanmayıp itiraf ettim. Gülerek "Bennn! "dedim. Bunun üzerine Duru da "Anne, sen beni kandırıyor musun?" diye cevap verdi ve gülüşüp boğuşmaya başladık.
Keşke neymiş şu diş perisi diye bir araştırsaymışım... Üstelik "Tooth Fairy" diye bir film bile varmış.
19 Ekim 2010 Salı
Evde olmak da güzel!
Bu cumartesi evde temizlik vardı. Eskiden olsa sıkılacak ve beni rahat bırakmayacak diye Duru'yu anneme bırakırdım. Ancak bu yazdan itibaren Duru'yu da ev işlerine katmaya ve Duru'yla evde vakit geçirecek keyifli aktiviteler bulmaya karar vermiştim.
Yazın Duru'yu kreşe göndermedik. Bu dönemde evde temizlik yapacağımızı söylediğimde Duru yaşı gereği bu işe çok hevesli oluyordu. İleride böyle olmayacağını bilmeme rağmen "Odamı ben düzenlerim, anneciğim" dediğinde ilerisi için umutlanıp çok sevindim. Üstelik ne kadar kolay olmuştu! Sonra baktım ki oda toplanmıştı ama oyuncakların yarısı dışarıda, bazıları ise yatağın altındaydı. Ama büyük bir iş başardığı için çok mutluydu. Bir iki sefer çok teşekkür ederim, eline sağlık diyerek hevesini kırmadım. Baktım böyle olmayacak, sonraki seferlerde "Hadi, odanı birlikte toplayalım" diyerek müdahil olmaya karar verdim. Birlikte oyuncaklara yer belirledik. Hâlâ çoğu zaman kafasına göre yerleştiriyor ama çocuklar söz konusu olduğunda aceleci olmamak lazımmış, öğreniyorum.
Cumartesi günü de Duru yarım saat içinde iyi kötü kendi odasını topladı. Sırada en sevdiği çizgi film Caillou vardı. Bu da yarım saat kadar sürdü. Ben de biraz daha iş yaptım. Bu arada Duru artık sıkılmaya başlamıştı. Evde onun da heyecanla yapacağı bir aktivite hazırlamalıydım. İstanbul Modern planı hala aklımda olduğundan "Durucuğum sana bir sergi açalım mı? dedim. Duru'nun sergi ne, nasıl yapacağız soruları eşliğinde evimizin yanındaki kırtasiyeden dört tane büyük beyaz karton aldık. Evde çok uzun olmayan koridorumuzu bu kartonlarla kapladık. Aldık pastel boyaları başladık boyamaya. Duru neşe içinde önce pembe boyayacağım, sonra yeşil boyayacağım deyip duruyordu. Ben biraz boyayıp işlerime devam edeceğimi ve ancak işim bittikten sonra resmime devam edebileceğimi söyledim.
Böylece Duru çizdi, boyadı. Tabii, yaptığı her şeyi büyük bir heyecanla hoplaya zıplaya bana gösterdi. Ben defalarca mutfaktan, odalardan koridora gidip geri geldim. Günün sonunda işler tamamen bitmese de biz birlikte hem iş yaptık hem de çok mutlu bir gün geçirdik.
Sergimiz devam ediyor. Bir ay boyunca açık kalacak. Duyurulur!
Yazın Duru'yu kreşe göndermedik. Bu dönemde evde temizlik yapacağımızı söylediğimde Duru yaşı gereği bu işe çok hevesli oluyordu. İleride böyle olmayacağını bilmeme rağmen "Odamı ben düzenlerim, anneciğim" dediğinde ilerisi için umutlanıp çok sevindim. Üstelik ne kadar kolay olmuştu! Sonra baktım ki oda toplanmıştı ama oyuncakların yarısı dışarıda, bazıları ise yatağın altındaydı. Ama büyük bir iş başardığı için çok mutluydu. Bir iki sefer çok teşekkür ederim, eline sağlık diyerek hevesini kırmadım. Baktım böyle olmayacak, sonraki seferlerde "Hadi, odanı birlikte toplayalım" diyerek müdahil olmaya karar verdim. Birlikte oyuncaklara yer belirledik. Hâlâ çoğu zaman kafasına göre yerleştiriyor ama çocuklar söz konusu olduğunda aceleci olmamak lazımmış, öğreniyorum.
Cumartesi günü de Duru yarım saat içinde iyi kötü kendi odasını topladı. Sırada en sevdiği çizgi film Caillou vardı. Bu da yarım saat kadar sürdü. Ben de biraz daha iş yaptım. Bu arada Duru artık sıkılmaya başlamıştı. Evde onun da heyecanla yapacağı bir aktivite hazırlamalıydım. İstanbul Modern planı hala aklımda olduğundan "Durucuğum sana bir sergi açalım mı? dedim. Duru'nun sergi ne, nasıl yapacağız soruları eşliğinde evimizin yanındaki kırtasiyeden dört tane büyük beyaz karton aldık. Evde çok uzun olmayan koridorumuzu bu kartonlarla kapladık. Aldık pastel boyaları başladık boyamaya. Duru neşe içinde önce pembe boyayacağım, sonra yeşil boyayacağım deyip duruyordu. Ben biraz boyayıp işlerime devam edeceğimi ve ancak işim bittikten sonra resmime devam edebileceğimi söyledim.
Böylece Duru çizdi, boyadı. Tabii, yaptığı her şeyi büyük bir heyecanla hoplaya zıplaya bana gösterdi. Ben defalarca mutfaktan, odalardan koridora gidip geri geldim. Günün sonunda işler tamamen bitmese de biz birlikte hem iş yaptık hem de çok mutlu bir gün geçirdik.
Sergimiz devam ediyor. Bir ay boyunca açık kalacak. Duyurulur!
14 Ekim 2010 Perşembe
Biz Dolmabahçe Sarayı'na gittik!
Kışın soğuk ve yağmurlu havalarda çocuğumuzla nereye gidiyoruz? Çoğunlukla en yakın alışveriş merkezine. Her yeni alışveriş merkezi açıldıkça kendimi bir bilim kurgu filminde buluyorum. Dünya bir alışveriş merkezine dönüşmüş ve biz bu çirkin binaların içinde tıkılıp kalmışız. Korkuyorum....
Yazı ne güzel parklarda, yeşillikler içinde geçirmişken kışın da farklı aktiviteler yapamaz mıyız diye düşünüyordum ki Duru'nun artık İstanbul'un kültürel ve tarihi yönünü de görmesinin zamanı geldi dedim kendi kendime. Peki nereye gidebilirdik? Duru'nun süslü bir prenses olduğunu düşünürsek saraylardan birine gitmek ilginç olabilirdi. Topkapı Sarayı tam Duru'ya göre daha süslü ve gösterişli olsa da çok büyük olduğu için yorulacağını düşünerek Dolmabahçe Sarayı ile başlamaya karar verdim.
Önce her zamanki gibi bir iki gün önceden Duru'ya nereye gideceğimizi söyledim. Böylece merakla beklemeye başladı. Dolmabahçe gezimize Selamlık bölümü ile başladık. Duru'nun mekanla ilgili ilk gözlemi eski olanın da güzel olabileceğiydi. İkinci olarak sarayın yapıldığı zamanı anlamaya çalıştı: "Anneannem doğmadan önce mi yapılmış?" Rehber eşliğinde yapılan gezi boyunca tahmin edilebileceği gibi soruların ardı arkası kesilmedi. Annelik gerçekten sabır gerektiriyor!
İlk seferden bıktırmamak, yormamak düşüncesiyle Harem Bölümünü bir dahaki sefere bırakmayı düşünmüştüm. Ancak Duru padişahların yatakları, yorganları yok mu diye sorunca rehbere Harem turunun ne kadar sürdüğünü sordum. "Yarım saat" cevabı üzerine koşa koşa Harem'e girdik. Yolda "Walk-Run" oynamayı ihmal etmedik. Harem'de Atatürk'ün yatağının üzerindeki bayrak ve padişahların yataklarının yanındaki bebek yatakları en çok ilgisini çeken eşyalardı. Harem çıkışı Duru kucağımda o yorgun haliyle hala binalara bakıyordu.
Ertesi gün sabah Duru gözünü açar açmaz "Anne!" diye seslendi. Daha ben "günaydın" deme fırsatı bulamadan peşpeşe iki soru daha geldi. "Niçin orada her yerde gezemedik, sadece halılardan yürümek zorundaydık? Padişahlar o zamanlar her yerde yürürler miymiş?"
Düşününce kışın gidilecek ne kadar da çok yer var... Müzeler, sergiler, tiyatrolar..... Benim listemde sırada İstanbul Modern var!
Yazı ne güzel parklarda, yeşillikler içinde geçirmişken kışın da farklı aktiviteler yapamaz mıyız diye düşünüyordum ki Duru'nun artık İstanbul'un kültürel ve tarihi yönünü de görmesinin zamanı geldi dedim kendi kendime. Peki nereye gidebilirdik? Duru'nun süslü bir prenses olduğunu düşünürsek saraylardan birine gitmek ilginç olabilirdi. Topkapı Sarayı tam Duru'ya göre daha süslü ve gösterişli olsa da çok büyük olduğu için yorulacağını düşünerek Dolmabahçe Sarayı ile başlamaya karar verdim.
Önce her zamanki gibi bir iki gün önceden Duru'ya nereye gideceğimizi söyledim. Böylece merakla beklemeye başladı. Dolmabahçe gezimize Selamlık bölümü ile başladık. Duru'nun mekanla ilgili ilk gözlemi eski olanın da güzel olabileceğiydi. İkinci olarak sarayın yapıldığı zamanı anlamaya çalıştı: "Anneannem doğmadan önce mi yapılmış?" Rehber eşliğinde yapılan gezi boyunca tahmin edilebileceği gibi soruların ardı arkası kesilmedi. Annelik gerçekten sabır gerektiriyor!
İlk seferden bıktırmamak, yormamak düşüncesiyle Harem Bölümünü bir dahaki sefere bırakmayı düşünmüştüm. Ancak Duru padişahların yatakları, yorganları yok mu diye sorunca rehbere Harem turunun ne kadar sürdüğünü sordum. "Yarım saat" cevabı üzerine koşa koşa Harem'e girdik. Yolda "Walk-Run" oynamayı ihmal etmedik. Harem'de Atatürk'ün yatağının üzerindeki bayrak ve padişahların yataklarının yanındaki bebek yatakları en çok ilgisini çeken eşyalardı. Harem çıkışı Duru kucağımda o yorgun haliyle hala binalara bakıyordu.
Ertesi gün sabah Duru gözünü açar açmaz "Anne!" diye seslendi. Daha ben "günaydın" deme fırsatı bulamadan peşpeşe iki soru daha geldi. "Niçin orada her yerde gezemedik, sadece halılardan yürümek zorundaydık? Padişahlar o zamanlar her yerde yürürler miymiş?"
Düşününce kışın gidilecek ne kadar da çok yer var... Müzeler, sergiler, tiyatrolar..... Benim listemde sırada İstanbul Modern var!
8 Ekim 2010 Cuma
Masallardaki satır araları
Bundan yaklaşık iki ay önceydi. Uyku öncesi kitap okuma sırası eşimdeydi. Duru'ya hediye gelen kitaplardan birini seçtik. Tuana Kitap'ın Grimm Masalları serisinden Pamuk Prenses. Eşim okumaya başladı....
"Cüceler her gün işe giderken Pamuk Prenses de kapıyı sıkı sıkıya örtüyormuş. Günler neşe içinde geçiyormuş. Cüceler madende çalışırken Pamuk Prenses de evi temizliyor, çamaşır yıkıyor, yemek yapıyormuş. Herkes halinden pek memnunmuş..."
Çocuk masalları aslında bir kültürü yayıyordu. Şirinler'de sosyalizmin izleri görülürken, Pamuk Prenses masalında ataerkil sistem temelinde kadın erkek rolleri veriliyordu. Bu masalın yazıldığı yıldan 2010'a gelindiğinde ise bu masallarla büyümüş çocuklardan oluşan bir iş yerinde bir toplantıda, bir de bakıyorsunuz ki erkekler otururken siz kalkmışsınız ve çayları koyuyorsunuz.
Eşim benim "öhö öhö" sesimle hemen düzeltip benim Pamuk Prenses versiyonuma geçti: "Günler neşe içinde geçiyormuş. Cüceler madende çalışırken Pamuk Prenses evden dışarı çıkamadığı için evde sebzeler yetiştiriyor. Sonra Pamuk Prenses Cüceler'e tavuk pişirmeyi öğretiyor, cüceler de Pamuk Prenses'e pilav yapmayı öğretiyorlarmış...."
Oh çekip masalı biraz düzelttiğimizi düşünürken iki sayfa sonra gelen cümleyi okuyunca ikimiz de bu kadar olmaz dedik."Cadı şuh kahkahalarla evden uzaklaşmış..."
Kitabı neredeyse baştan sona yeniden yazdık. Son olarak eşimin arzusunu da yerine getirdik ve Pamuk Prenses Prens'in evlenme teklifine şöyle cevap verdi: "Önce anneme ve babama sormam lazım."
"Cüceler her gün işe giderken Pamuk Prenses de kapıyı sıkı sıkıya örtüyormuş. Günler neşe içinde geçiyormuş. Cüceler madende çalışırken Pamuk Prenses de evi temizliyor, çamaşır yıkıyor, yemek yapıyormuş. Herkes halinden pek memnunmuş..."
Çocuk masalları aslında bir kültürü yayıyordu. Şirinler'de sosyalizmin izleri görülürken, Pamuk Prenses masalında ataerkil sistem temelinde kadın erkek rolleri veriliyordu. Bu masalın yazıldığı yıldan 2010'a gelindiğinde ise bu masallarla büyümüş çocuklardan oluşan bir iş yerinde bir toplantıda, bir de bakıyorsunuz ki erkekler otururken siz kalkmışsınız ve çayları koyuyorsunuz.
Eşim benim "öhö öhö" sesimle hemen düzeltip benim Pamuk Prenses versiyonuma geçti: "Günler neşe içinde geçiyormuş. Cüceler madende çalışırken Pamuk Prenses evden dışarı çıkamadığı için evde sebzeler yetiştiriyor. Sonra Pamuk Prenses Cüceler'e tavuk pişirmeyi öğretiyor, cüceler de Pamuk Prenses'e pilav yapmayı öğretiyorlarmış...."
Oh çekip masalı biraz düzelttiğimizi düşünürken iki sayfa sonra gelen cümleyi okuyunca ikimiz de bu kadar olmaz dedik."Cadı şuh kahkahalarla evden uzaklaşmış..."
Kitabı neredeyse baştan sona yeniden yazdık. Son olarak eşimin arzusunu da yerine getirdik ve Pamuk Prenses Prens'in evlenme teklifine şöyle cevap verdi: "Önce anneme ve babama sormam lazım."
3 Ekim 2010 Pazar
Duru'nun doğum gününün ardından...
Yılbaşı, doğum günü gibi günlerin fazla abartılmamasına inanan bir aileden geliyorum. O yüzden bu tür kutlamalar konusunda bir yanım hep yabancı ve acemi kalıyor. Evlenirken bile bunun oldukça sade ve kısa olmasını önemsemiştim. Böyle biri için doğum günü partisi organize etmenin ne kadar zor bir görev olduğunu tahmin edersiniz. Düğün kasetimizi bile bir kez izledim, o da hızlı biçimde.
Kendime rağmen bu sene evde doğum günü partisi yapmaya karar verdim. Geçen sene kreşte bir pasta keserek kutlamıştık. Ancak bizden sonra doğum günleri evde kutlanır oldu. Şöyle ki okuldan servisle evlere gidiliyor, çocuklar biraz oyun oynuyor, pasta kesip hediyeler verildikten sonra tekrar okula dönülüyordu. Duru da bütün sene arkadaşlarının evine gidince, elbette "Anne, arkadaşlarım ne zaman bize gelecek, benim doğum günümde şöyle yapalım" gibi cümleler kurar oldu. Bir yandan onun tüm bu hayallerini yıkmak istemezken, bir yandan da bu konulardaki acemiliğim yüzünden endişe ediyordum. Meğerse endişelerim yersizmiş.
Öncelikle sağolsun okul müdirelerimizden Nezahat Hanım beni rahatlatarak çok fazla bir şey hazırlamamamı, çocukların çok yemediğini söyledi. Tatlı olarak pasta, tuzlu olarak börek ve içecek olarak da meyve suyu. Biz de abartmadan bir çeşit tatlı, iki çeşit börek, iki çeşit kurabiye, yaprak sarma ve havuç salatası gibi şeyler hazırladık. (Arkadaşlarımın, annemin ve kayınvalidemin ellerine sağlık!) Parti Paketi'nden de prensesli tabak, bardak, peçete, onlara uygun masa örtüsü ve bir de kapıya, duvara asmak için prenses süsü aldım. Pastamızı da her zamanki gibi Hacıbey'den aldım. Geçen sene ayakta Barbie seçmiştik. Bu sene ise uyuyan Barbie.
O gün, o saat geldi çattı. 13 çocuk ve üç öğretmen apartmanın önünde göründü. Ben heyecandan yerimde duramıyordum. Bu arada hepsi düzenli bir şekilde salona geçip koltuklarda yerlerini aldılar. Evi incelediler, sinema perdesinde biraz Toy Story filmini izlediler. Pasta üfleyelim, hediyeleri verelim, Duru'nun odasında oyuncaklara bakalım derken bir de baktım ki gitme zamanları gelmiş. Üzüldüm. Tam da ısınmıştım. Hepsiyle daha çok konuşmak, sohbet etmek isterdim.
Günün sonunda Duru'nun arkadaşlarının onun için yaptıkları resimlere bakarken arkadaşları onu daha yakından tanıdığı için çok mutluydu. Bense kutlamaların sandığım kadar da mükemmel olmak zorunda olmadığını görerek böyle bir organizasyona kalkıştığım için gayet memnundum.
Kendime rağmen bu sene evde doğum günü partisi yapmaya karar verdim. Geçen sene kreşte bir pasta keserek kutlamıştık. Ancak bizden sonra doğum günleri evde kutlanır oldu. Şöyle ki okuldan servisle evlere gidiliyor, çocuklar biraz oyun oynuyor, pasta kesip hediyeler verildikten sonra tekrar okula dönülüyordu. Duru da bütün sene arkadaşlarının evine gidince, elbette "Anne, arkadaşlarım ne zaman bize gelecek, benim doğum günümde şöyle yapalım" gibi cümleler kurar oldu. Bir yandan onun tüm bu hayallerini yıkmak istemezken, bir yandan da bu konulardaki acemiliğim yüzünden endişe ediyordum. Meğerse endişelerim yersizmiş.
Öncelikle sağolsun okul müdirelerimizden Nezahat Hanım beni rahatlatarak çok fazla bir şey hazırlamamamı, çocukların çok yemediğini söyledi. Tatlı olarak pasta, tuzlu olarak börek ve içecek olarak da meyve suyu. Biz de abartmadan bir çeşit tatlı, iki çeşit börek, iki çeşit kurabiye, yaprak sarma ve havuç salatası gibi şeyler hazırladık. (Arkadaşlarımın, annemin ve kayınvalidemin ellerine sağlık!) Parti Paketi'nden de prensesli tabak, bardak, peçete, onlara uygun masa örtüsü ve bir de kapıya, duvara asmak için prenses süsü aldım. Pastamızı da her zamanki gibi Hacıbey'den aldım. Geçen sene ayakta Barbie seçmiştik. Bu sene ise uyuyan Barbie.
O gün, o saat geldi çattı. 13 çocuk ve üç öğretmen apartmanın önünde göründü. Ben heyecandan yerimde duramıyordum. Bu arada hepsi düzenli bir şekilde salona geçip koltuklarda yerlerini aldılar. Evi incelediler, sinema perdesinde biraz Toy Story filmini izlediler. Pasta üfleyelim, hediyeleri verelim, Duru'nun odasında oyuncaklara bakalım derken bir de baktım ki gitme zamanları gelmiş. Üzüldüm. Tam da ısınmıştım. Hepsiyle daha çok konuşmak, sohbet etmek isterdim.
Günün sonunda Duru'nun arkadaşlarının onun için yaptıkları resimlere bakarken arkadaşları onu daha yakından tanıdığı için çok mutluydu. Bense kutlamaların sandığım kadar da mükemmel olmak zorunda olmadığını görerek böyle bir organizasyona kalkıştığım için gayet memnundum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)