27 Kasım 2010 Cumartesi

Evde İngilizcede son durum

Duru ile evde İngilizce çalışmaya başlayalı iki aydan fazla oldu. Ortalama haftada üç saat gibi bir rutinimiz oluştu. Şu zamana kadar tanışma kalıplarını, renkleri, biraz sayıları, meyveleri, birkaç sıfatı, Potato Pals serisinden altı kitabın dördündeki kelimeleri ve cümleleri, Do you want.../Do you like...? kalıplarını biliyor.

Tüm konuları ve kelimeleri çeşitli oyunlarla yapıyoruz. Oyun bulmak o kadar da kolay olmuyor tabii. İşte benim bulduğum oyunlardan bazıları şunlar:

1. Duru bebek olma oyununu çok seviyor. Emir kalıpları ile bazı fiilleri yapıyoruz. Sleep, Wake up, Wash your face  vb. Bebek yani Duru ağlayınca "Don't cry" diyorum.

2. Benzer bir şekilde "happy, sad, surprised" sıfatlarını yapıyoruz. "Happy" deyince mutlu yüz ifadesi yapıyoruz, "sad" deyince üzgün gibi.

3. Diğer bir oyunumuz Duru'nun yolculukta favorisi. Uzun yolda arabada İngilizce oyunları çok etkili oluyor. En sık oynadığımız, yolda ağaçları ve evleri göstermek. Oyunun adı Tree-house. Oyun geçilen yere göre tree,tree,tree, tree, house,tree....biçiminde çok hızlı şekilde oynanıyor. Önemli olan çabuk olmak, ilk olarak gösterip söylemek. 29 Ekim ve 10 Kasım'ın ardından Duru yolda bayrak saymaya bayıldığı için bu bayram Ankara yolculuğumuzda bu oyuna bayrağı da ekledik.

4. What colour is it? Is it blue? Yes or no kalıpları Magic English'te çok iyi işleniyordu. Hâlâ bu oyunu ara ara tekrarlıyoruz.

5. Bir şeyler atıştırmak istediği zaman Do you like..../ Do you want..? sorularını soruyourm. Tabii bunu eğlenceli kılmak için saçma ve komik olanları da araya koyuyorum ki gülüp eğlenebilelim...

Tüm bu oyunlarda benim temel ilkem oyunu çok uzatmamak. Böylece oyunu tadında bırakıyoruz ve tekrar tekrar oynayabiliyoruz. Yarın için planım Duru ile iki çanta hazırlamak. Hazırlarken eşyaların isimlerini söylemek. Araya bildiği nesneleri de mutlaka koyarım, çok fazla kelime olursa sıkıcı olur.  Sonra birbirimize senin neyin var? Kalemin var mı? gibi sorular sorabiliriz. Böylece have got/has got kalıbına geçeriz diye düşünüyorum.

İnsan çocuğu için her şeyi yapmak istiyor.  Ancak çok fazla da öğretmen anne olmak istemiyorum. İyi mi yapıyorum doğru mu yapıyorum bilemiyorum.
Varsa bir bilen lütfen parmak kaldırsın!

13 Kasım 2010 Cumartesi

10 Kasım Projesi

Duru'nun anaokulundan 10 Kasım için aile proje ödevi verilmişti. Üçümüzün birlikte hazırlayacağı ve bu günün önemini belirten bir poster, resim vs. isteniyordu.

Bütün gece farklı, anlamlı bir çalışma düşündüm ancak siyah bir karton üzerine yapıştırılmış Atatürk resimleri ve 10 Kasım yazısının ötesine geçemiyordum. Yaratıcılığım mı yoktu yoksa klişelerin içinde kalıp yaratıcılığımı kaybetmiş miydim?

Bu düşüncelerin ve klişelerin arasından eşime seslendim ve 10 Kasım projemiz olduğunu söyledim. O ise hemen önümüzdeki lahmacun kutusunu göstererek Anıtkabir yapalım demez mi? Ben niye bu sade ve güzel fikri düşünememiştim!

Eşim hemen kırtasiyeye gidip elişi kağıtları, uhu ve makas aldı. Çünkü evde değil, eşimin halasının evindeydik. Hemen oturduk başına. Eşim çizdi, Duru kesti, uhusunu sürdü, ben yapıştırdım, halamız merdiven yaptı, dedemiz Anıtkabir'in dört kenarına Türk bayrağı asma fikrini verdi. Bir ara Duru yapıştırsın diye Anıtkabir'in sütunlarını göz kararı koyayım dedim. Eşim hemen müdahale edip eşit aralıklarla olması gerektiğini söylemez mi? Bu tür projeler ailenin her bir bireyinin kişiliğini ortaya koyuyor galiba.  Sağlam bir matematik hesabıyla sütunları yerleştirdik. Tüm bunlar yaklaşık iki saatimizi aldı. Bu süre içinde defalarca birbirimize bunun bizim değil, Duru'nun projesi olduğunu hatırlatmamız gerekti!

Duru çok eğlendi. Birlikte çok güzel vakit geçirdik. Proje çok beğenildi. Kimse bu fikri düşünmemişti ve ödevlerin hemen hepsi siyah karton üzerine...

Durucuğum, umarım klişelerle dolu bu dünyada sen özgünlüğünü ve yaratıcılığını koruyabilirsin!

8 Kasım 2010 Pazartesi

Bir düğün hikâyesi

Cumartesi gecesi bir düğüne davetliydik. Duru'nun giymek için can attığı ancak yazı bekleyen beyaz elbisesini giymesi için bir fırsat doğmuştu. Çoğumuzun geçmişinde bir akrabanın düğününde çekilmiş gelinlikli bir fotoğrafı yok mudur? Peki niçin küçük kızlar gelin olmaya bu kadar heveslidir?

Küçük kızların büyümüş de küçülmüş gibi giyinip düğünlerde gezmesinde hiç hoşlanmam ama kendi kızımı görünce düşüncelerim değişti. Bazı şeyler çocukların yaşının gereğiymiş. Onu da yaşayıp atlatacak. Yaşayamazsa atlatamıyorlar...

Ancak hava kirliliği ile gelen alerjik astım Duru'nun hevesini kursağında bıraktı. Tabii ki önce sağlık dedim ve o gece o siste Duru'yu kalabalık bir ortama sokmaya cesaret edemedim.

Duru: Düğüne babamla dedem mi gidiyor, biz gitmiyor muyuz anne?
Ben : Maalesef Durucuğum. Dinlenmen lazım.
Duru: (ağlayarak) Niye?
Ben: Düğüne gidemiyoruz ama biz de evde kendi düğünümüzü yapabiliriz.
Duru: (Hemen düzelerek) Ama damat yok ki!
Ben: Ben de damat olurum.
Duru: Kravat takman lazım ama...

Hemen giyinmeye başladık. Duru elbisesini giydi. Saçlarını topuz yaptık. (Bu benim değil Duru'nun fikriydi. Ne kadar da çabuk klişeleri öğreniyorlar!) Ben de bir kravat taktım. Bu arada Duru salonda süs olarak duran gelin çiçeğimi eline aldı.

İşte o an ben tam bir klişe yaşayıp yıllar sonraya gittim ve kendimi Duru'nun gelin saçını düzeltirken buldum. Öyle güzel olmuştu ve öyle mutluydu ki... Boğazıma bir şey düğümlendi.

Biraz dans ettik, resim çektik ve düğün mutlu bir sonla-yani elbisenin kendi isteğiyle çıkarılmasıyla- bitti. Hepsi topu topu yarım saat sürdü. Yaşasın oyunun gücü!