Keşke Leonardini ve Imaginarium gibi oyuncakçılar artsa...Fiyatları ucuzlasa.. Toyzzshop'taki oyuncak kirliliği de son bulsa...
Eşim oyuncaklara çok meraklı. Hele legolara ve yapbozlara dayanamıyor...Ben oyuncaklar konusunda biraz daha temkinliyim. "Gerçekten ihtiyacı var mı, doyumsuz olmasın" gibi kaygılar beni sürekli durduruyor. Bu yüzden en sevdiğimiz oyuncaklar genellikle hediye gelenler oluyor. Geçen gün eşimle Leonardini'ye gittiğimizde bir kez daha bu kaygıların çok önemli oyuncakları kaçırmama sebep olduğunu gördüm.
KAPLA adlı bu oyuncak aslında hiçbir oyuncağa benzemiyor. Oyuncak yaklaşık 10 cm. boyunda ahşap çıtalardan oluşuyor. Bu çıtaları üst üste, alt alta koyarak çeşitli binalar, şekiller yapabiliyorsunuz. İçinden çeşitli şekilller gösteren küçük bir broşür de çıkıyor. Boy boy satılıyor. Bizim aldığımız boyundan 200 tane çıktı. Daha azı da yetmez zaten. Düşünün biz bununla Eyfel Kulesi bile yapamadık. Bir kutu daha alacağız.
Çocuk dokturumuz Özcan Bey-ilk çocukta insan tecrübesiz oluyor, oyuncakları bile doktorumuza soruyordum:)-bitmemiş oyuncak alın, derdi. Lego, Kapla tam da yaratıcılığı geliştiren bitmemiş oyuncaklar... Örneğin Neşet ve ben binaları dikey olarak yükseltmeye çalışırken, Duru geniş mekanlar kuruyor. Üstelik evde uzun süre konsantre olup bununla uğraşıyor. Çıtaları dengede tutmaya çalışıyor.
Eşim ve benim için ise tam bir terapi... İkimiz de zihinsel yorgunlukla eve geldiğimizde böyle bir oyuncakla kaliteli zaman geçirmek bizi de dinlendiriyor.
Unutmadan bu oyuncağı misafirliğe giderken götürmek, sizin orada rahat rahat oturup sohbet edebilmenizi de sağlıyor. Daha ne diyeyim??
Bihter ve Duru'nun Maceraları
Kızım Duru ile birlikte geçirdiğimiz günleri kaydetmek için bu blogu açtım....
11 Mayıs 2011 Çarşamba
6 Mayıs 2011 Cuma
Duru'nun ilk evcil hayvanı
Bizim apartman hayvanat bahçesi gibi... Her katta kedi, köpek ve balık bulmak mümkün. İkinci katta veterinerimiz bile var. Bir bizde evcil hayvan yoktu. Biz de aldık.
Duru kaç zamandır kedi, köpek isteyip duruyordu. Eşim de dünden razı. Ben ise kedi ve köpek çok sevmeme ve korkmamama rağmen her Türk annesi gibi hijyen açısından evde kedi ve köpek beslemek istemiyorum (üzülerek söylüyorum ama elimde değil). Neyse baktım en son balık istiyor. Hem artık bir sorumluluk alması açısından, hem de hayvanları çok seven bir çocuk olduğu için hemen alalım dedik. Mahallemize de yeni bir akvaryumcu açılmıştı. Yaklaşık iki ay önce bir hafta sonu oraya gittik.
Niyetim bir fanusun içinde iki Japon balığı almaktı. Satıcı biz fanus ve balık der demez, "Fanusta balıklar hemen ölür, çocuğunuz da bir daha hiç hayvan beslemek istemez"le başlayıp "Size şöyle güzel bir akvaryum kuralım" diyerek devam etti. Kendi acı tecrübemden bunun doğru olduğunu içimde hissettiysem de, "Bu iş kesin bana kalır, bunca işimin arasında kendimize zor bakıyorum, bir de akvaryum bakımıyla mı uğraşacağım" düşüncesiyle ortama bir negatif enerji yaydım ki sormayın. Satıcı çocuk benden kesin nefret etti! Bildiğiniz o sevimsiz kadın tiplemesiydim o anda. Bakımı zor mu, sürekli temizlemek mi lazım gibi negatif sorularımın hepsine sıkılarak hiçbir şey yapmanıza gerek yok, çok kolay türünden cevaplar verdi. Ancak en son her şeyi hazırlayıp "akvaryumun içine koyacağımız taşları SEKİZ su yıkayın" deyince ben koptum. İçimden yok artık diye geçirirken dilimden "Ben şimdi bununla uğraşamam" lafı çıktı. Bunun üzerine benim nemrutluğumdan korkan satıcı çocuk "Abi, nerede oturuyorsunuz? Karşı apartman mı, ben yarım saat sonra hazırlayıp getireyim" dedi.
Getirdi ve kurdu sağolsun. Ben işi sağlama almak için sorularıma devam ettim. Biz bazen geç geliyoruz, bir yerlere gidiyoruz yem veremezsek ne olur? gibi belki de hâlâ sorumluluğu reddeden sorular sordum. Satıcı gayet doğal bir şekilde "Bu hayvanlar çok dayanıklıdır, iki üç gün aç kalabilirler, hiç olmadı birbirlerini yerler, hayatta kalırlar" demez mi? Duru'nun ve benim gözlerimiz fal taşı gibi açıldı. Birbirlerini mi yerler??
O gün bu gündür balıklarımız ve biz (ben de!) mutlu mesut yaşıyoruz. Japon ve çöpçü balıklarımız var. Soğuk suda yaşayıp ısıtıcı gerektirmediği için bunları aldık. Duru sabah akşam yemlerini veriyor. Eşim temizliğiyle ilgileniyor. Arada nadir de olsa aceleden sabahları unutabiliyoruz. Şimdiye kadar ilk hafta içinde bir kayıp verdik ama yerine üç tane daha aldık. Neyse ki balığın öldüğünü Duru hiç görmedi.
O gün bugündür "Anne ben balıklarıma çok iyi bakıyorum değil mi, hiç ölmüyorlar" diyor. Bence 6 yaş, bir çocuğun böyle bir sorumluluğu alması için çok iyi bir zaman. 33 ve 37 yaş ise çok da geç kalmış sayılmaz.
Duru kaç zamandır kedi, köpek isteyip duruyordu. Eşim de dünden razı. Ben ise kedi ve köpek çok sevmeme ve korkmamama rağmen her Türk annesi gibi hijyen açısından evde kedi ve köpek beslemek istemiyorum (üzülerek söylüyorum ama elimde değil). Neyse baktım en son balık istiyor. Hem artık bir sorumluluk alması açısından, hem de hayvanları çok seven bir çocuk olduğu için hemen alalım dedik. Mahallemize de yeni bir akvaryumcu açılmıştı. Yaklaşık iki ay önce bir hafta sonu oraya gittik.
Niyetim bir fanusun içinde iki Japon balığı almaktı. Satıcı biz fanus ve balık der demez, "Fanusta balıklar hemen ölür, çocuğunuz da bir daha hiç hayvan beslemek istemez"le başlayıp "Size şöyle güzel bir akvaryum kuralım" diyerek devam etti. Kendi acı tecrübemden bunun doğru olduğunu içimde hissettiysem de, "Bu iş kesin bana kalır, bunca işimin arasında kendimize zor bakıyorum, bir de akvaryum bakımıyla mı uğraşacağım" düşüncesiyle ortama bir negatif enerji yaydım ki sormayın. Satıcı çocuk benden kesin nefret etti! Bildiğiniz o sevimsiz kadın tiplemesiydim o anda. Bakımı zor mu, sürekli temizlemek mi lazım gibi negatif sorularımın hepsine sıkılarak hiçbir şey yapmanıza gerek yok, çok kolay türünden cevaplar verdi. Ancak en son her şeyi hazırlayıp "akvaryumun içine koyacağımız taşları SEKİZ su yıkayın" deyince ben koptum. İçimden yok artık diye geçirirken dilimden "Ben şimdi bununla uğraşamam" lafı çıktı. Bunun üzerine benim nemrutluğumdan korkan satıcı çocuk "Abi, nerede oturuyorsunuz? Karşı apartman mı, ben yarım saat sonra hazırlayıp getireyim" dedi.
Getirdi ve kurdu sağolsun. Ben işi sağlama almak için sorularıma devam ettim. Biz bazen geç geliyoruz, bir yerlere gidiyoruz yem veremezsek ne olur? gibi belki de hâlâ sorumluluğu reddeden sorular sordum. Satıcı gayet doğal bir şekilde "Bu hayvanlar çok dayanıklıdır, iki üç gün aç kalabilirler, hiç olmadı birbirlerini yerler, hayatta kalırlar" demez mi? Duru'nun ve benim gözlerimiz fal taşı gibi açıldı. Birbirlerini mi yerler??
O gün bu gündür balıklarımız ve biz (ben de!) mutlu mesut yaşıyoruz. Japon ve çöpçü balıklarımız var. Soğuk suda yaşayıp ısıtıcı gerektirmediği için bunları aldık. Duru sabah akşam yemlerini veriyor. Eşim temizliğiyle ilgileniyor. Arada nadir de olsa aceleden sabahları unutabiliyoruz. Şimdiye kadar ilk hafta içinde bir kayıp verdik ama yerine üç tane daha aldık. Neyse ki balığın öldüğünü Duru hiç görmedi.
O gün bugündür "Anne ben balıklarıma çok iyi bakıyorum değil mi, hiç ölmüyorlar" diyor. Bence 6 yaş, bir çocuğun böyle bir sorumluluğu alması için çok iyi bir zaman. 33 ve 37 yaş ise çok da geç kalmış sayılmaz.
16 Mart 2011 Çarşamba
Çalışan anne ve zamansızlık
Çalışan bir anneyseniz her zaman programlı olmak zorunda olduğunuzu düşünürsünüz. Bir işinizi aksattınız mı tüm düzen domino taşları gibi peş peşe yıkılır. Toparlamak ise epey zaman alır...
Ben de iki ay önce yakalandığım keçi gribi yüzünden tepetaklak oldum. Ancak yatıp dinlenme lüksüm olmadığı için tüm sorumluluklarımı yerine getirmeye devam ettim. Bu arada ne oldu? Tabi kendimi ihmal ettim. Zaten ancak gece 23.00'ten sonra kendimle kalabiliyordum, blogumu yazabiliyordum. Hastalık ise bana bunu bile çok gördü :((
Yazacak ne kadar çok konu birikti. Artık "yazmasam çıldıracaktım". Bu güzel havalarda vicdan azabını bırakıp yarın tüm günümü boşalttım. Yarın kendimle randevum var!!
Ben de iki ay önce yakalandığım keçi gribi yüzünden tepetaklak oldum. Ancak yatıp dinlenme lüksüm olmadığı için tüm sorumluluklarımı yerine getirmeye devam ettim. Bu arada ne oldu? Tabi kendimi ihmal ettim. Zaten ancak gece 23.00'ten sonra kendimle kalabiliyordum, blogumu yazabiliyordum. Hastalık ise bana bunu bile çok gördü :((
Yazacak ne kadar çok konu birikti. Artık "yazmasam çıldıracaktım". Bu güzel havalarda vicdan azabını bırakıp yarın tüm günümü boşalttım. Yarın kendimle randevum var!!
15 Ocak 2011 Cumartesi
Monopoly Junior ile aile bir arada
Aile çoluk çocuk bir araya mı gelecek?.. Amca, hala, kuzen çocukları toplanıyor musunuz?... O zaman yanınızda mutlaka bir Monopoly olmalı.
Duru'ya doğum gününde "Monopoly Junior" hediye gelmişti. Daha önce Meyve Bahçesi ve Tombala gibi oyunlar oynamıştık ama bu kadar detaylısı erken diye düşünüyordum... Ama hiç de değilmiş.
Önce bir akşam üçümüz oynadık. Yemekten sonra eşim oyunun kurallarını okuyup bize anlattı. Duru tahmin ettiğimizin aksine oyuna kısa sürede uyum sağladı ve hiç sıkılmadan-her zamanki gibi yerinde duramayarak-müthiş bir heyecanla oynadı. Sayı saymayı, kurallara uymayı, kaderine razı olmayı, kaybetmeyi, kazanmayı ve tabii en zor seçimini yapmayı (benim dükkanımı mı yoksa babasının dükkanını mı yıkacak?) bu bir-iki saatlik oyunda yaşadı.
O akşamdan bazı replikler şunlardı:
Duru: Ama benim hiç üçüm kalmıyor. Ben kira ödemem.
Ben: O zaman bir iki bir de bir ver. (İlla kiramı alacağım:))
Duru: Anne sen benim dükkanıma çok gel, olur mu? Baba, eğlendin mi benim çarpışan arabalarımda..
Eşim (yedinci dükkanını kurarken) Ben Ali Ağaoğlu, yapacağım dedim yaptım!
Ben: Olamaz, iflas ettim galiba... Bu kadar gezmenin sonu buydu. İnsanın bir dikili ağacı olmalı:)
Ardından haftasonu yeğenlerimizle bu oyunu oynadık. Evden yükselen neşe görülmeye değerdi. Hepsi tek bir şey istiyordu: Ne olur biraz daha kalalım!..
Duru'ya doğum gününde "Monopoly Junior" hediye gelmişti. Daha önce Meyve Bahçesi ve Tombala gibi oyunlar oynamıştık ama bu kadar detaylısı erken diye düşünüyordum... Ama hiç de değilmiş.
Önce bir akşam üçümüz oynadık. Yemekten sonra eşim oyunun kurallarını okuyup bize anlattı. Duru tahmin ettiğimizin aksine oyuna kısa sürede uyum sağladı ve hiç sıkılmadan-her zamanki gibi yerinde duramayarak-müthiş bir heyecanla oynadı. Sayı saymayı, kurallara uymayı, kaderine razı olmayı, kaybetmeyi, kazanmayı ve tabii en zor seçimini yapmayı (benim dükkanımı mı yoksa babasının dükkanını mı yıkacak?) bu bir-iki saatlik oyunda yaşadı.
O akşamdan bazı replikler şunlardı:
Duru: Ama benim hiç üçüm kalmıyor. Ben kira ödemem.
Ben: O zaman bir iki bir de bir ver. (İlla kiramı alacağım:))
Duru: Anne sen benim dükkanıma çok gel, olur mu? Baba, eğlendin mi benim çarpışan arabalarımda..
Eşim (yedinci dükkanını kurarken) Ben Ali Ağaoğlu, yapacağım dedim yaptım!
Ben: Olamaz, iflas ettim galiba... Bu kadar gezmenin sonu buydu. İnsanın bir dikili ağacı olmalı:)
Ardından haftasonu yeğenlerimizle bu oyunu oynadık. Evden yükselen neşe görülmeye değerdi. Hepsi tek bir şey istiyordu: Ne olur biraz daha kalalım!..
2 Ocak 2011 Pazar
Yeni yılda cesur adımlar...
Çocuklarımız için istediğimiz her şey bizim yapmak istediklerimiz değil mi aslında. Mesela onları yönlendirdiğimiz hobiler... Eğer hep bir müzik aleti çalmak istemiş ama bize o fırsat verilmemişse çocuğum çalsın istiyoruz. Hiç spor yapamıyorsanız o yapsın ve küçüklükten beri edinemediğimiz disiplini o kazansın istiyoruz... Peki madem biz bunları istiyoruz, biz neden yapmıyoruz? Üstelik çocuğumuzla beraber.
Duru'nun "Yapamıyorum anne" demeleri beni bunları düşünmeye itmişti. En son buz pateninde bir dahaki sefere beraber kayma kararı almıştım. Çünkü böylece Duru'nun daha istekli gideceğine emindim. İşte bugün bu düşüncelerle gittik buz patenine.
Buz pateni pistine yaklaşırken bir de baktım, anne-kız yer değiştirdik. Benim "yapabilir miyim acaba?" diye deyişlerim karşısında Duru birden benim ona söylediğim cümlelerden bir potpori döktü ortaya. "Yapabilirsin anne. Düşmen önemli değil, zaten ben de çok düştüm. Ben sana güveniyorum. Bak işte böyle yapacaksın ayaklarını..." Nasıl da güzel anlatıyordu heyecanlı ve mutlu. Patenlerimizi giydik. Elimden tuttu ve piste indik. Ben tedirgin öğrenmeye çalışırken Duru eskisinden çok daha rahattı ve öğretmeniyle öğrendiklerini hatırlamaya çalışıyordu. Kayarken Duru'nun ilk kaymalarında söylediği- o zaman kulağıma bahane gibi görünen- sıkıntıları aynen yaşadım. Kollarımı yana açmaktan kollarım ağrıdı, paten ayak bileklerimin üstüne kadar geldiğinden dizlerimi bükmekte zorlandım vs.
Diğer yandan çok zevkliydi. Duru'yla el ele kaymaktan, bana komik komik bakan onca insanın bakışları arasında cesur bir şekilde kaymaya çalışmaktan (kaymak yanlış oldu, patende önce buzda yürümeyi öğretiyorlar:)), dersten sonra Duru'yla tecrübelerimizi paylaşmaktan çok zevk aldım. Bizi seyredip halime bol bol gülen eşim bile bir dahaki sefer için heveslendi. Böylesi kızıma kuru kuru "yapabilirsin kızım" demekten çok daha iyi geldi.
Bugün yeni yılda yapmak isteyip de yapamadıklarım için pistte iki tur adım attım. Niçin? Duru ileride benim adımlarımı değil, kendi adımlarını atabilsin diye.
Duru'nun "Yapamıyorum anne" demeleri beni bunları düşünmeye itmişti. En son buz pateninde bir dahaki sefere beraber kayma kararı almıştım. Çünkü böylece Duru'nun daha istekli gideceğine emindim. İşte bugün bu düşüncelerle gittik buz patenine.
Buz pateni pistine yaklaşırken bir de baktım, anne-kız yer değiştirdik. Benim "yapabilir miyim acaba?" diye deyişlerim karşısında Duru birden benim ona söylediğim cümlelerden bir potpori döktü ortaya. "Yapabilirsin anne. Düşmen önemli değil, zaten ben de çok düştüm. Ben sana güveniyorum. Bak işte böyle yapacaksın ayaklarını..." Nasıl da güzel anlatıyordu heyecanlı ve mutlu. Patenlerimizi giydik. Elimden tuttu ve piste indik. Ben tedirgin öğrenmeye çalışırken Duru eskisinden çok daha rahattı ve öğretmeniyle öğrendiklerini hatırlamaya çalışıyordu. Kayarken Duru'nun ilk kaymalarında söylediği- o zaman kulağıma bahane gibi görünen- sıkıntıları aynen yaşadım. Kollarımı yana açmaktan kollarım ağrıdı, paten ayak bileklerimin üstüne kadar geldiğinden dizlerimi bükmekte zorlandım vs.
Diğer yandan çok zevkliydi. Duru'yla el ele kaymaktan, bana komik komik bakan onca insanın bakışları arasında cesur bir şekilde kaymaya çalışmaktan (kaymak yanlış oldu, patende önce buzda yürümeyi öğretiyorlar:)), dersten sonra Duru'yla tecrübelerimizi paylaşmaktan çok zevk aldım. Bizi seyredip halime bol bol gülen eşim bile bir dahaki sefer için heveslendi. Böylesi kızıma kuru kuru "yapabilirsin kızım" demekten çok daha iyi geldi.
28 Aralık 2010 Salı
İlk üç boyutlu filmimiz: Karmakarışık
Cumartesi Duru'yu jimnastik için deneme dersine götürmeyi planlamıştım. Tabii çocuklar söz konusu olunca evdeki hesap çarşıya uymuyor. Duru'ya jimnastiğe gidelim deyince ilk sorusu şu oldu: "Sen de benimle yapacak mısın?" Benim oturup seyredeceğimi duyunca da "Jimnastiğe gitmeyelim. Kozzy'ye gidelim, beraber oluruz." demez mi? Ben alışveriş merkezinden uzak tutmaya çalışırken kızım ısrarla gitmek istiyor! Ne yapacağım ben?
Bari sinemaya gidelim dedim. Zaten hafta içi bir arkadaşım çocukları sinemaya götürelim demişti. Baktım yeni bir çocuk filmi gelmiş. Konusunu okuyunca Rapunzel olduğunu anlayıp gitmeye karar verdik. Hemen arkadaşımı aradım.
İnanılmaz bir şekilde sanki tüm çocuklar Kozzy'deydi. 13.30 matinesinde sadece ilk ön sırada yer vardı ve girsek mi diye düşünürken ön sıranın yarısı da gözümüzün önünde satıldı. Velhasıl son biletleri alabildik.
Film gerek karakterlerin çizilişi gerek tüm animasyonlarıyla çok keyifliydi. Rapunzel çok akıllı, doğal ve yaratıcı bir kız olarak çizilmiş. Hele kulenin içinde söylediği şarkıyı bir daha izlemek isterim. Küçüklüğünden beri kapalı kaldığı kulede neler neler yaptığını anlatıyor. Sinemada en ön sırada olduğumuz için Duru ve Brenda ara ara ellerini uzatıp gördüklerine dokunmaya ve hatta tutmaya çalıştılar. (İtiraf ediyorum ben bile elimi uzattım!)
Film sırasında-annelik işte!- acaba bu üç boyutlu görüntü çocuğumun gözünü yorar mı, bozar mı veya başını ağrıtır mı diye sık sık düşündüm tabii. Bu konuda biraz araştırma yapmak gerekli bence.
Yine de dördümüz de filme bayıldık. Filmlerin sonunu söyleyenlere sinir olurum ama Duru beğenmese de Rapunzel'in saçları filmin sonunda çok güzel oluyor. Hani masalların yeniden düzenlenmesinden bahsediyordum ya, bence Rapunzel çok iyi olmuş!
Bari sinemaya gidelim dedim. Zaten hafta içi bir arkadaşım çocukları sinemaya götürelim demişti. Baktım yeni bir çocuk filmi gelmiş. Konusunu okuyunca Rapunzel olduğunu anlayıp gitmeye karar verdik. Hemen arkadaşımı aradım.
İnanılmaz bir şekilde sanki tüm çocuklar Kozzy'deydi. 13.30 matinesinde sadece ilk ön sırada yer vardı ve girsek mi diye düşünürken ön sıranın yarısı da gözümüzün önünde satıldı. Velhasıl son biletleri alabildik.
Film gerek karakterlerin çizilişi gerek tüm animasyonlarıyla çok keyifliydi. Rapunzel çok akıllı, doğal ve yaratıcı bir kız olarak çizilmiş. Hele kulenin içinde söylediği şarkıyı bir daha izlemek isterim. Küçüklüğünden beri kapalı kaldığı kulede neler neler yaptığını anlatıyor. Sinemada en ön sırada olduğumuz için Duru ve Brenda ara ara ellerini uzatıp gördüklerine dokunmaya ve hatta tutmaya çalıştılar. (İtiraf ediyorum ben bile elimi uzattım!)
Film sırasında-annelik işte!- acaba bu üç boyutlu görüntü çocuğumun gözünü yorar mı, bozar mı veya başını ağrıtır mı diye sık sık düşündüm tabii. Bu konuda biraz araştırma yapmak gerekli bence.
Yine de dördümüz de filme bayıldık. Filmlerin sonunu söyleyenlere sinir olurum ama Duru beğenmese de Rapunzel'in saçları filmin sonunda çok güzel oluyor. Hani masalların yeniden düzenlenmesinden bahsediyordum ya, bence Rapunzel çok iyi olmuş!
12 Aralık 2010 Pazar
Yapamıyorum anne!
Burada yazdığım gibi Duru ile elimden geldiğince farklı aktiviteler yapmaya çalışıyorum. Onu bunaltmamaya ve boğmamaya özellikle dikkat ediyorum. Ancak hâlâ her yeni aktiviteye başlangıç cümlemiz aynı "Ben yapamıyorum!" Hatta bazen yapamadıkça Duru'da sinir ve öfke baş gösteriyor.
Nereden çıkıyor bu cümle? Yoksa çocuğumun özgüveni mi yok diye bir kaygıya düşüyorum hemen. (Bu annelik de böyle bir şey galiba, hemen her konuda kaygıya hazırım zaten) Yazın yüzmede aynı cümleyi söylüyordu, çorap ve ayakkabı giyerken aynı cümle, sahilde kayalara tırmanırken aynı cümle, ingilizceye ilk başladığımızda aynı cümle ve şimdi buz patenine başladık. Yine aynı cümle...
Öğretmeni Şebnem Hanım, çok temkinli diyor, kayabiliyor ama kendini tutuyor. Evet dedim ben de. (Tabii ki Duru yanımızda yokken, çocuklar her şeyi duyuyor ve anlıyorlar. Başkalarıyla onların hakkında konuşulmasından hele hiç hoşlanmıyorlar...) Duru'da bir "eşik" var. Ne zamanki kendi de yapabildiğine inanıyor, ondan sonra da defalarca yapmak istiyor. Birkaç seferden sonra buna alışır diye düşünüyordum. Ama her yeni şeyde baştan başlıyoruz. "Yapabilirsin kızım, ben (yalan söylemeden, duruma göre baban, halan, dayın, deden vs.) ilk seferinde hiç yapamamıştı(m)" diye cesaretlendiriyoruz. Bu noktada özellikle benim bir adım öne çıkıp "Ben yaparım" demem çok etkili oluyor. O zaman Duru hemen "Ben de yaparım" diyor. Anladım ki Duru karakterini benim üzerimden oluşturuyor.
Kaç gündür bloguma yazı yazamıyordum. Nedense yazdıklarımı bir türlü beğenemedim. Bugün ben "Yapabilirim" dedim ve yazdım. Durucuğum her şey senin için ! Baban ve ben sana inanıyoruz.
Not: Buz patenine Anadolu yakasındaki Optimum Alışveriş Merkezi'ne gidiyoruz. Giriş 25 TL, ders almak isterseniz giriş+ders 40 TL. Hafta sonu çok da kalabalık olmuyor.
Nereden çıkıyor bu cümle? Yoksa çocuğumun özgüveni mi yok diye bir kaygıya düşüyorum hemen. (Bu annelik de böyle bir şey galiba, hemen her konuda kaygıya hazırım zaten) Yazın yüzmede aynı cümleyi söylüyordu, çorap ve ayakkabı giyerken aynı cümle, sahilde kayalara tırmanırken aynı cümle, ingilizceye ilk başladığımızda aynı cümle ve şimdi buz patenine başladık. Yine aynı cümle...
Öğretmeni Şebnem Hanım, çok temkinli diyor, kayabiliyor ama kendini tutuyor. Evet dedim ben de. (Tabii ki Duru yanımızda yokken, çocuklar her şeyi duyuyor ve anlıyorlar. Başkalarıyla onların hakkında konuşulmasından hele hiç hoşlanmıyorlar...) Duru'da bir "eşik" var. Ne zamanki kendi de yapabildiğine inanıyor, ondan sonra da defalarca yapmak istiyor. Birkaç seferden sonra buna alışır diye düşünüyordum. Ama her yeni şeyde baştan başlıyoruz. "Yapabilirsin kızım, ben (yalan söylemeden, duruma göre baban, halan, dayın, deden vs.) ilk seferinde hiç yapamamıştı(m)" diye cesaretlendiriyoruz. Bu noktada özellikle benim bir adım öne çıkıp "Ben yaparım" demem çok etkili oluyor. O zaman Duru hemen "Ben de yaparım" diyor. Anladım ki Duru karakterini benim üzerimden oluşturuyor.
Kaç gündür bloguma yazı yazamıyordum. Nedense yazdıklarımı bir türlü beğenemedim. Bugün ben "Yapabilirim" dedim ve yazdım. Durucuğum her şey senin için ! Baban ve ben sana inanıyoruz.
Not: Buz patenine Anadolu yakasındaki Optimum Alışveriş Merkezi'ne gidiyoruz. Giriş 25 TL, ders almak isterseniz giriş+ders 40 TL. Hafta sonu çok da kalabalık olmuyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)